TASARIM - 1
Bu kelime son zamanlarda oldukça duymaya
başladığımız bir kelime. Aslında bu sadece ülkemizde böyle, milenyum ile
beraber reklam sektörünün yükselen trendler arasında yer almasıyla tasarım kavramı,
kavramından bağımsız bir halde yükselen bir grafik ile hayatımıza girdi. Sonra
hepimiz bir şeyler tasarlar olduk, ya da bir tasarımcı ahbap edindik. Bu kavram
o kadar hızlı ve altyapısı hazırlanmadan gündelik yaşantımıza girdi ki, reklam
sektöründe çalışan herkesin tasarımcı olduğuna, tasarımın kısır ve anlık
çözümlerden ibaret olduğuna, pop kültürünün tasarımcı kültürü olduğuna inandık.
Bu dezenformasyon evet, dezenformasyon gerçek tasarımcıların önce sektörlerinde
hayatlarına devam etmesini engelledi, sonra eğitim kurumlarında alınan eğitimin
biçimini değiştirdi. Zaten bir kaç güzel sanatlar fakültesine sahip ülkede üç
beş kişi olan tasarımcılar, mantar gibi topraktan biten onlarca fakülteden
mezun olan binlerce ne idüğü belirsiz
yaşamları ile oynanmış gencin arasında kayboldu gitti. Tasarım kavramının içi
abur cubur atıştırmalıklar ile doldurularak obezleşti ve işlevsizleşti.
Dünyada tasarım ve tasarım odaklı yaklaşımlar günden
güne artmaktadır. Biz de bu hızlı giden trene binebilmek için oyun tahtasına elimizdekileri
sürdük. Tabii ki elimizde olan obez tasarım olgusu ile amacımıza ulaşamadık. Şimdilerde
kağıt üzerinde ya da monitör başında tasarımın her alanından bahsedebiliyor olsak
bile temel prensiplerde boşluklar var. Bu
boşluk ve yetmezlik tümevarım bir yaklaşımla kendini göstermese de, tüme
varmayı engellemesi ile kendini gösteriyor. Bütüncül bir bakış açısı ile
bakıldığında ise tasarım yaklaşımlarımız dünya ile entegre olamıyor ve düşünce
biçimimiz hep çağın gerisinde kalıyor. Bu toplumun bir kesimine has bir durum
değil ülke genelinin yaşadığı ortak bir sorun. Zira her olumsuz tespitin
insanlar arasında ayrışmalar yaratıp bir tarafın, bir diğerini suçlaması sanki
toplumsal bir hastalıkmış gibi yediden yetmişe her kesimden insana musallat
olmuş durumda. Dinleyen ve izleyen kişinin, kendini konudan ayrı tutup ortamda
olmayanları suçlayan halet-i ruhiyesi gerçek bir tez konusu. Bir tasarımcı
olarak biliyorum ki eğitim almaya heveslendiğim yıllardan beri bu konu bileni
ve ilgileneni az olan bir konu. Hatta eğitim aldığımız hocalarımızdan
bildiğimiz kadarı ile hep böyleymiş. Şimdilerde de durum farklı değil, laf
kalabalığı ve bir kirlilik dışında halen bileni az lafını edeni bol bir konu.
Ülkemizde tasarım ve tasarım odaklı düşünce
yaratıcılık ve bakış açısı geliştirme sanatçıların ve bir grup kesimin tek
elindeymiş ve bir özellikmiş gibi düşünülüyor ve tüm bu kavramlar birbirleri
ile karıştırılıyor. Sanatçı ve sanat eseri ile popüler ve pop tanımlamalarının
karıştırılması gibi. Halbuki durum oldukça farklı. 1980’ler den beri Stanford
Üniversitesi tasarım ve tasarım odaklı düşünmenin tüm sektörler ve iş dünyası ile yaşamın her alanında
uygulanabilen bir sistematik üzerinde çalışıyor. Aynı zamanda yine Stanford
Üniversitesi D-School Tüm dünyada farklı bakış açıları geliştirmeye ve düşünce
sistematiğini öğretmeye çalışıyor.
Bu konular ile alakalı oldukça ilginç
metotları var. Güzel sanat eğitiminin temelini oluşturan bu metot ve öncelikler
sistematiği, öyle canım istedi, ilham geldi, çok okudum öğrendim gibi şehir
efsanelerinin konu ile alakası olmadığının bilimsel tespitlerini oluşturuyor. Aslında
herkesin tasarımcı olması tabii ki gerekmiyor. Tasarımcı olmak, günümüzdeki popülerliğini
bir kenara ayırdığımızda kişiye bir özellik sağlamayan mesleki bir eğilim ve
eğitim bütünü, aynı mühendislik ya da işletmecilik gibi. Öyle çok özel bir
değeri olmadığı gibi, diğerlerinden değersiz de değil. Bu karmaşa tasarım ile
alakalı eğitiminin okullarda yer alamamasından kaynaklanıyor. Resim ve müzik
dersi adı altında öğrencilerin sıralarda koşturup, kağıtlara anlamsız
karalamalar yapmasına izin veren bir eğitim sistemi, sanat ve tasarım hakkında
ilk eğitimi vermiş oluyor. Bayramdan bayrama çiziktirilen askeri geçit törenli
kutlama resimleri, boy boy Atatürk çizimleri, şanlı bayrağımız ile de
taçlandırılıp yıldızlı bir pekiyi ile okul sergisinde yerini alıyor. Bu
insanlar büyüdüğünde belediye başkanı oluyorlar, sonra o belediyelerde ya kavun
karpuz heykeli oluyor, ya da Atatürk. Müzik pop ile ilişkilendiriliyor.
Evladının mühendis olmasını isteyen bir anne babaya
resim ya da müzik dersinden bahsedemezsiniz. Eğer bahsederseniz önce okul
müdürüne sonra da Milli eğitimin ulaşılabilinen en üst makamına kadar şikayet
edilirsiniz. İlgili veli bunu çocuğunun geleceği için kesinlikle yapacaktır. Bu
yaklaşım doktor, mühendis ayırt etmeksizin neredeyse tüm meslekler için
aynıdır. Kültür konusu açıldığında mangalda kül bırakmayan anne baba, konu
derslere geldiğinde aba altından sopayı göstererek çocuklarının ıvır zıvır
işler ile uğraşmasını istemezler.
Boş işler olarak tanımlanan sanat ve tasarım,
bu öğrenciler büyüyüp yetişkin birer birey olduğunda da yine boş işler olarak
tanımlanmaya devam edilirler. Sadece kişi bunu kendine ve çevresine itiraf
edemez. Çünkü toplumda sanat ve tasarım aynı zamanda kültürlü olmak ile de
ilişkilendirilirler. Bu karmaşa konuya hep uzak kalmış olan, ilgilenmeyen,
hatta içten içe boş işler olduğunu düşünen işi gücü yerinde insanların kültürlü
olmak adına kendine sunulan “pop”u büyük bedeller ödeyerek satın almasına sebep
olur. Yapabilecekleri tek şey modayı takip edebilmek ve bu konuda para
harcayabilmektir. Bir de bu kişiler sanatın ve tasarımın sıkı savunucuları olur
size zavallı, şişirilmiş pop kültürleriyle ahkam kesmeye başlarlar.
Durum oldukça üzücüdür aslında. Eğitim almış kendine
verilen her görevi başarılı bir şekilde yerine getirmiş, kariyer sahibi
yetişkin bireyler, zevksizlik, yetmezlik ve dolayısı ile tatminsizlik içinde
yaşamlarını sürdürmek zorunda kalırlar. Her konuda olduğu gibi, sanat ve
tasarım konularına hakim olmak küçük yaşta başlayan bir eğitimle daha
kolaydır. İyi bir sanat alıcısı olmak
ancak böyle mümkündür. Sanat ve tasarım eylemleri, haz, keyif ve tatmin
duygularıyla doğrudan ilişkilidir. Sanat ve tasarım, insanlığın var olduğu
günden günümüze kadar geliştirerek getirdiği, ince zevkler bütünüdür. İnsan
beslenmeye ihtiyacı olan bir canlıdır. Sanat ve tasarım ruhun beslenme halidir.
Beraberinde mutluluk getirirler. Düşünce sisteminin doğru işlenmesiyle her
bireyin kolaylıkla dahil olabileceği keyifli bir dünyadır.
Tasarım konusuna içinde yaşadığımız ortamı
tanımlamak ile başlamak önemlidir. Yukarıda bahsettiğim sebepler sorunların
tamamı değil, ancak bir kısmı ve son dönemin kabaca bir tasviri olmaktan öteye
geçemez. Sorunlar üzerinde kafa yordukça keşfedilebilir, çeşitlendirilebilir ve
tanımlanabilir. Önemli olan samimi olmak, konuya bir bütün olarak yaklaşmak ve
bir diğerini ötekileştirmemektir. Problemlerin bazıları ile başladığım bu yazı
dizisi bir kaç bölümde ancak tasvir edilebilir olduğunu düşünüyorum. Haftaya
tasarımın temel prensiplerinden bahsetmeyi planlıyorum. Metotlar ve beslenme
kaynakları ile de devam edebilirsek, tasarım konusunu bir parça daha
olgunlaştırabiliriz. Ancak olgunlaştırılmış bir tasarım tanımı üzerinden
ekoloji başlığına geçiş yapılabilir.
Ekoloji kolaylıkla üstesinden gelebileceğimiz
bir konu değildir. Hele ki konu tasarım olduğunda işimiz daha da
zorlaşmaktadır. Kağıt ve kalemle yapılan çizimlerin, canlılar ile
gerçekleştirilmesi oldukça dikkat edilmesi gereken hassas hesaplamalar ve
planlamalara ihtiyaç duymaktadır.
Melih Aşanlı
Yorumlar
Yorum Gönder